Postbiyotikler, canlı olmayan mikroorganizmalar, bu mikroorganizmaların hücre bileşenleri veya metabolik yan ürünlerinden oluşan biyolojik olarak aktif maddelerdir.
Postbiyotikler, probiyotik mikroorganizmaların yaşam döngüsü sırasında veya sonrasında ürettiği, canlı olmayan hücre kalıntıları, enzimler ve metabolitlerden oluşan biyolojik olarak aktif bileşiklerdir. Son yıllarda bilimsel araştırmalar, postbiyotiklerin bağırsak sağlığı, bağışıklık dengesi ve hücresel savunma sistemleri üzerindeki potansiyel etkilerine odaklanmaktadır. Canlı mikroorganizma içermemeleri sayesinde, probiyotiklere kıyasla daha stabil ve güvenli bir seçenek olarak değerlendirilmektedir (1).
Bu yazımızda; postbiyotiklerin ne olduğuna, ne işe yaradığına, faydalarına, hangi besinlerde bulunduğuna ve daha fazlasına detaylı olarak bakacağız!
Postbiyotikler, canlı olmayan mikroorganizmalar, bu mikroorganizmaların hücre bileşenleri veya metabolik yan ürünlerinden oluşan biyolojik olarak aktif maddelerdir. Bu bileşikler, probiyotiklerin fermantasyon süreci sırasında ortaya çıkar ve kısa zincirli yağ asitleri, peptitler, enzimler ve hücre duvarı bileşenlerini içerebilir. Postbiyotikler ve etki mekanizması geniştir.
Postbiyotikler, bağırsak mikrobiyotasının dengesini desteklemekte ve bağışıklık sisteminin düzenlenmesine katkı sağlamaktadır. Canlı bakteri içermedikleri için probiyotiklere kıyasla daha kararlı ve uzun ömürlüdürler. Ayrıca ısıya ve oksijene karşı daha dayanıklı olduklarından, gıda, takviye ve kozmetik ürünlerinde kolayca kullanılabilirler. Bu nedenle, postbiyotikler hem fonksiyonel gıdalar hem de sağlık destek ürünlerinde yeni bir nesil biyolojik bileşen olarak değerlendirilmektedir (1).
Postbiyotiklerin faydaları arasında bağırsak sağlığını ve bağışıklık sistemini destekleme, inflamasyonu azaltıcı etkide bulunma, zararlı mikroorganizmaların büyümesini engelleme ve cilt sağlığını koruma yer almaktadır.
Bu faydalara daha yakından bakacak olursak:
Postbiyotikler, kısa zincirli yağ asitleri ve peptitler gibi mikrobiyal metabolitler aracılığıyla bağırsak bariyer bütünlüğünün korunmasına katkı sağlayabilir. Bu bileşenler, bağırsakta besin emilimi, pH dengesi ve mikrobiyal denge üzerinde rol oynar. Fermantasyon sürecinde ortaya çıkan bu bileşikler, bağırsak hücrelerinin enerji metabolizmasını destekleyen bileşenler arasında yer alır. Bu etkileşimler, bağırsak epitelinin işlevselliğinin sürdürülmesine yardımcı olabilir. Dolayısıyla postbiyotikler, sindirim sisteminde mikrobiyal dengeyi korumaya yönelik doğal bir rol üstlenir (2).
Lactobacillus türlerinden türetilen postbiyotiklerde bulunan peptidoglikanlar ve teikoik asitler, bağışıklık sistemi reseptörleriyle etkileşime girer. Bu etkileşim, bağışıklık hücrelerinin yanıtlarını düzenleyerek vücudun dengesini destekler. Aynı zamanda, postbiyotik proteinler bağırsak bariyerinin bütünlüğünü koruyan sinyal yollarına katılır. Bu bileşenler, hem doğuştan gelen hem de edinilmiş bağışıklık mekanizmalarının etkinliğini sürdürür. Bu nedenle postbiyotikler, bağışıklık sisteminin doğal dengesiyle uyumlu bir şekilde çalışır (3).
Bazı postbiyotik bileşenler, sitokin üretimini düzenleyerek enflamatuar süreçlerin kontrol altında tutulmasına yardımcı olur. Bu bileşenler, bağırsak epitelinde bulunan sıkı bağlantı proteinlerinin bütünlüğünü destekleyerek enflamasyon kaynaklı hasarın azalmasına katkıda bulunur. Ayrıca, kısa zincirli yağ asitleri enflamatuar sinyallerin düzenlenmesinde önemli rol oynar. Bu düzenleme, vücudun kendi savunma sistemini daha dengeli bir şekilde sürdürmesine yardımcı olur. Böylece postbiyotikler, bağırsak mikrobiyotasının stabilitesine katkıda bulunur (4).
Postbiyotikler, reaktif oksijen türlerini nötralize eden enzimler ve metabolitler içerir. Bu özellikleri sayesinde hücresel yapıların oksidatif stresten korunmasına yardımcı olurlar. Antioksidan postbiyotik bileşenleri, özellikle mitokondriyal düzeyde hücrelerin enerji metabolizmasını destekleyebilir. Fermantasyon sürecinde üretilen bu bileşenler, hücre yaşlanmasıyla ilişkili oksidatif süreçlerin dengelenmesine katkı sağlayabilir (5).
Postbiyotikler, bakteriyosinler ve organik asitler gibi bileşenler içererek zararlı mikroorganizmaların büyümesini engelleyebilir. Bu maddeler, hem gıda bozulmalarını önlemekte hem de bağırsak florasında mikrobiyal dengeyi desteklemektedir. Bu özellikleri sayesinde postbiyotikler gıda güvenliği alanında da kullanılmaktadır. Aynı zamanda, fermantasyon sürecinde oluşan bu bileşenler gıdalarda doğal koruyucu olarak görev yapar. Böylece hem insan sağlığı hem de gıda kalitesi açısından önem taşır (6).
Postbiyotikler, cilt mikrobiyotasının dengesini korumak ve cilt bariyerinin işlevselliğini sürdürmek amacıyla kozmetik ürünlerde kullanılmaktadır. Bu bileşenler, oksidatif stres ve çevresel faktörlerin neden olduğu cilt hasarını azaltmada destekleyici rol oynar. Cilt üzerinde doğal mikrobiyal dengenin korunması, bariyer fonksiyonlarının sürekliliğini sağlar. Ayrıca postbiyotikler, nem dengesinin korunmasına katkıda bulunur. Bu sayede, cilt bakımında mikrobiyal dengeye odaklı modern bir yaklaşım sunulmaktadır (7).
Postbiyotiklerden türeyen peptitler ve organik asitler, lipit metabolizması ve glikoz kullanımında rol oynayan biyokimyasal yollarla etkileşime girer. Araştırmalara göre bu etkileşim, hücrelerin enerji dengesini düzenleyen sistemlerin çalışmasını kolaylaştırabilir. Ayrıca postbiyotikler, karaciğer ve bağırsak arasında sinyal iletişimini düzenleyen metabolik aracılara etki edebilir. Bu süreç, vücudun enerji yönetiminde rol oynayan sistemlerin dengelenmesine yardımcı olabilir. Dolayısıyla postbiyotikler, metabolik düzenin korunmasında biyokimyasal bir etki mekanizması içinde yer alır (8).
İlginizi Çekebilecek Ürünler!
Postbiyotik içeren besinler arasında yoğurt, kefir, lahana turşusu, miso, kimchi, tempeh ve fermente peynir bulunmaktadır.
Bu besinlere daha yakından bakacak olursak:
Yoğurt, fermantasyon süreci sonucunda ortaya çıkan laktik asit, peptitler ve ölü bakteri kalıntıları gibi postbiyotik bileşenleri içerir. Bu bileşenler, süt proteinlerinin parçalanmasıyla oluşur ve ürünün kıvamını ve dayanıklılığını etkiler. Fermantasyon sonrası canlı olmayan bakteriler bile biyolojik olarak aktif bileşikler bırakır. Bu nedenle yoğurt, doğal bir postbiyotik kaynağı olarak kabul edilir (9).
Kefir, fermantasyon sırasında mikroorganizmaların ürettiği ekzopolisakkaritler, organik asitler ve enzimler içerir. Bu bileşenler, kefir tanelerinde bulunan bakterilerin yaşam döngüsünün bir parçası olarak ortaya çıkar. Canlı mikroorganizmalar ölse bile, geride kalan metabolitler postbiyotik etkiye sahiptir. Bu nedenle kefir, biyolojik olarak aktif bileşiklerin zengin bir kaynağıdır (10).
Fermente lahana, laktik asit bakterileri tarafından üretilen kısa zincirli yağ asitleri ve enzimleri içerir. Bu bileşikler, turşunun ekşi tadını ve uzun raf ömrünü sağlayan ana etmenlerdir. Fermantasyon sonrası bakteriler ölse de postbiyotik etkileri devam eder. Bu durum, lahana turşusunu fonksiyonel bir gıda haline getirir (7).
Miso, soya fasulyesinin Aspergillus oryzae ile fermente edilmesi sonucu oluşan bir Japon besinidir. Bu süreçte amino asitler, kısa zincirli yağ asitleri ve bakteri kalıntıları postbiyotik bileşenler olarak ortaya çıkar. Miso, hem tat verici hem de fonksiyonel bileşikler açısından zengindir. Bu bileşiklerin çoğu, bakterilerin metabolik faaliyetlerinin bir ürünüdür (11).
Kimchi, laktik asit bakterilerinin fermente ettiği geleneksel Kore yemeğidir. Bu süreçte ortaya çıkan organik asitler ve peptitler, kimchinin postbiyotik özelliğini oluşturur. Bu bileşikler, kimchinin hem besin değerine hem de dayanıklılığına katkı sağlar (2).
Soya fasulyesinin Rhizopus oligosporus mantarıyla fermente edilmesi sonucu oluşan tempeh, sekonder metabolitler açısından zengindir. Bu bileşikler, mikroorganizmaların yaşam döngüsünün bir sonucu olarak ortaya çıkar ve postbiyotik olarak sınıflandırılır (12).
Laktik asit bakterileriyle üretilen peynirlerde, bakteriyosinler ve enzimler bulunur. Bu bileşenler bakteriler öldükten sonra bile aktif kalır ve postbiyotik özellik gösterir (13).
Bilimsel araştırmalar, postbiyotiklerin genellikle güvenli kabul edildiğini göstermektedir. Çünkü canlı mikroorganizmalar içermedikleri için enfeksiyon veya probiyotiklere bağlı bakteriyel taşınma riski bulunmamaktadır. Hayvanlar ve insanlar üzerinde yapılan çalışmalar, postbiyotik takviyelerinin belirgin bir yan etki oluşturmadığını ortaya koymuştur. Bununla birlikte, bazı hassas bireylerde yüksek dozlarda alımın hafif mide rahatsızlığı veya sindirim değişikliklerine neden olabileceği bildirilmiştir. Postbiyotikler, bağışıklık sistemi zayıf olan bireylerde bile probiyotiklere göre daha güvenli bir seçenek olarak değerlendirilmektedir. Bu güvenlik profili, postbiyotiklerin besin destekleri ve fonksiyonel gıdalarda hızla yaygınlaşmasına katkı sağlamaktadır (14).
Postbiyotik ve probiyotik arasındaki farklar şöyle açıklanabilir:
Postbiyotik takviye ürünleri; kapsül, tablet, toz ve sıvı formda piyasada bulunmaktadır. Ayrıca yoğurt, kefir, fermente sebzeler ve fonksiyonel içecekler gibi gıdalara da eklenebilmektedir. Bu bileşikler, ısıya ve oksijene dayanıklı oldukları için üretim sürecinde stabil kalırlar ve raf ömürleri uzundur. Kozmetik endüstrisinde ise cilt bariyerini destekleyici etkilerinden dolayı krem ve serumlarda kullanılmaktadır. Hayvancılık sektöründe yem katkısı olarak da kullanılmakta ve sindirim sağlığını destekleyen bileşenler arasında yer almaktadır. Bu çeşitlilik, postbiyotiklerin hem gıda hem de sağlık alanında çok yönlü kullanımını artırmaktadır (16).
Postbiyotikler genellikle ağız yoluyla, gıda takviyesi veya fermente gıdalar şeklinde alınır. Kullanım şekli ve dozu, içeriğindeki aktif bileşiklerin türüne ve yoğunluğuna göre değişiklik gösterebilir. Klinik araştırmalar, belirli postbiyotik türlerinin düzenli olarak alınmasının bağırsak sağlığını ve mikrobiyota dengesini desteklediğini göstermektedir. Ancak bilimsel standartlara uygun bir “günlük doz” henüz net olarak belirlenmemiştir. Bazı ürünlerde tek başına, bazılarında ise probiyotiklerle birlikte sinerjik etki sağlamak amacıyla kullanılmaktadır. Uzun süreli ve düzenli kullanımın, postbiyotiklerin biyolojik etkilerinin daha iyi gözlemlenmesini sağladığı bildirilmektedir (17).
Postbiyotikler günün herhangi bir saatinde alınabilir, ancak birçok uzman, yemeklerle birlikte alınmasının sindirim sistemindeki etkileşimi artırabileceğini belirtmektedir. Bu, özellikle sindirim enzimleriyle birlikte çalışmasını kolaylaştırabilir. Klinik çalışmalar, postbiyotiklerin düzenli günlük kullanımının birkaç hafta içinde bağırsak mikrobiyotasında ölçülebilir değişiklikler sağladığını göstermektedir. Ayrıca uzun dönemli kullanımlarda bağışıklık fonksiyonlarında ve bağırsak geçirgenliğinde olumlu düzenlemeler gözlenmiştir. Gıda takviyesi olarak kullanıldığında, postbiyotiklerin belirli bir rutinde alınması, etkilerinin daha istikrarlı şekilde ortaya çıkmasına yardımcı olabilir. Bu da postbiyotiklerin kullanımını kolaylaştırır ve uzun vadeli destek sağlar (5).
Postbiyotiklerin etkileri genellikle düzenli kullanımın ardından 4 ila 8 hafta içinde gözlemlenmektedir. Bu süre, kullanılan postbiyotik türüne, dozuna ve bireyin bağırsak mikrobiyota yapısına göre değişebilir. Klinik araştırmalar, bu bileşiklerin bağırsak florasını, bağışıklık yanıtını ve metabolik göstergeleri zamanla düzenlediğini ortaya koymuştur. Bazı deneysel modellerde, kısa zincirli yağ asitleri gibi postbiyotik bileşenlerin birkaç hafta içinde metabolik parametrelerde iyileşme sağladığı rapor edilmiştir. Ayrıca uzun vadeli kullanım, etkilerin kalıcılığını ve biyolojik sistemlerdeki uyumu güçlendirebilir. Bu nedenle, postbiyotiklerin etkilerini değerlendirmek için en az birkaç haftalık düzenli kullanım önerilmektedir (18).
Postbiyotikler, canlı mikroorganizma içermedikleri için bağışıklık sistemi hassas olan bireyler, çocuklar ve yaşlılar da dahil olmak üzere geniş bir kullanıcı kitlesine uygundur (14).
Araştırmalar, postbiyotiklerin genellikle yan etki oluşturmadığını, ancak bazı bireylerde kullanımın ilk dönemlerinde hafif mide veya sindirim rahatsızlıklarının görülebileceğini göstermektedir (1).
Postbiyotikler, cilt mikrobiyotasının dengesini korumaya ve cilt bariyerini desteklemeye yardımcı olmak amacıyla cilt bakım ürünlerinde kullanılmaktadır. Güncel araştırmalar, özellikle akne ve dermatit gibi cilt problemlerinde kullanım potansiyeline odaklanmaktadır (19).
Hayvan ve insan çalışmalarında, ısı ile işlem görmüş bakterilerden elde edilen postbiyotiklerin bağırsak-beyin ekseni üzerinden enerji metabolizması ve yorgunluk belirteçlerini etkileyebileceği gözlenmiştir (20).
Postbiyotiklerin genellikle birkaç hafta ila birkaç ay boyunca düzenli kullanılması önerilmektedir. Araştırmalar, 4–8 haftalık düzenli kullanımın ardından bağırsak mikrobiyotasında ve enflamasyon göstergelerinde ölçülebilir değişiklikler sağladığını göstermektedir (21).